19 Ocak 2012 Perşembe

prof. dr. fahir borak

Prof. Dr. Fahir BORAK 
Yedi tepe Üniversitesi
Mühendislik Mimarlık Fakültesi


Sayın Fahir Borak,
ÇNAEM’de (Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi) Reaktör İşletme ve Elektronik Bölümlerinde 18 yıl çalıştım. 1978 yılında emekli olup  Bodrum’un Turgutreis beldesine yerleştim. Aşağıda sayılan alanlarda yaptığım çalışmalar bana başlangıçta hesapta olmayan bazı özellikler kazandırdı.

Çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı (Ahilik), milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme vb alanlarda başlattığım, “okul dışı eğitim” olarak tanımladığım, bazıları yerel bazıları merkezi yönetimin sorumluluk alanına giren, insanı, davranışlarını ve nedenlerini araştırdığım, beni bilinçlendiren ve bencillikten kurtaran çalışmaları yaparken yaşam biçimim kökten değişti: 

*     “Yasa bağımlısı” oldum.
*     Kendimi tanımağa başladım.
*     Diğerkâm bir kişilik edindim.
*     Çocuklukta içtiğimiz AND’ımızda yer alan “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsedim.
*     Edindiğim “tecrübi bilgi” ile işlevi aşağıda açıklanan Bilinç Üniversitesi’ni kurdum.

YENİ BİR BİLİNÇ KAVRAMI GELİŞTİRDİM: Bilincin sözlükte, “YETİ” şeklinde soyut bir kavram olarak tanımlandığı görülüyor. Yukarıda sayılan alanlarda yaptığım çalışmalarda bilinci SORUMLULUK kavramıyla bütünleştirdim. Ete kemiğe büründürdüm… Einstein’ın enerji formülünden esinlenerek:

Bilinç = Zaman X Çaba’nın karesi

şeklinde bilimselleştirdim…

İnsan soyunun bir felâkete yöneldiğini gören Erich Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak” adlı eserinde SORUMLULUK konusunda:

“İnsan yapacağı bir seçme ile ya yok olacak ve kendisi ile birlikte tüm canlıları ortadan kaldıracak  ya da yaşamını ve gelişimini sürdürmeye devam edecektir. Bu kötü gidişten kurtulmanın tek yolu, insanların ve onları yönlendiren toplumsal yapıların kökten değiştirilmesidir.Böylesi bir SORUMLULUKLA karşı karşıya  olan insanlığın doğru yolu bulabilmesi için, davranışlarını  şimdi yaptığı gibi “sahip olmak” ilkesine göre değil, “olmak” ilkesine göre değiştirmesi gerekir…

Mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye “sahip olmak” demek, onları ele geçirmek, kendine mal etmek, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmak anlamına gelir. Ama insan hiçbir zaman yeterince şeye sahip olamayacaktır. Çünkü maddesel olan, elle tutulan aldatıcı ve geçicidir.

“Sahip olmak”ın karşıtı olan “olmak” ilkesiyle yaşayan insan ise; hiçbir şeyi kendine mal etmeye ve ona egemen olmaya çalışmaz. Her şeyi kendi bütünlüğü, canlılığı ve gelişimi içinde SEVER. Böyle davranan bir insan, evrimleşmeye çalışır. “Olmak” sözcüklerle anlatılamayan, bir özellik, bir süreç, bir canlılıktır.” diyor.

Ruhbilim Uzmanı Ergün Arıkdal, Pozitif Yaşam adlı kitabında:
“İnsana SORUMLULUK yükleyen bilgi, kitabi bilgi değil, bizzat uygulanarak  idrak edilmiş ve hazmedilmiş olan bilgidir. Böyle bir bilgi, artık o insanın öz malı haline gelmiş ve bir yaşam düsturu olmuştur. Yeri ve zamanı geldiğinde insanın o bilgiyi kullanması gerekir; kullanmadığı takdirde hesap sorulmayı hak eder.” diyor.

Çevrenin kirletilmeyeceğini, trafik kurallarının ihlâl edilmeyeceğini, vergi kaçırılmayacağını (kul hakkının yenmeyeceğini) bilmeyen yoktur.  Oysa, bu yolsuzlukları yapmayan parmakla gösterilecek kadar azdır. Bunun nedeni: “kitabi bilgi”dir. Her gün 15-20 can alan, ihmâl ve dikkatsizlik sonucu olduğu ifade edilen trafik kazalarının nedeni de: “kitabi bilgi”dir.

Diğer taraftan, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsemiş, “diğerkâm kişilik” edinmiş bir insanın dikkatsiz davranması, yasaları bilerek ihlâl etmesi de düşünülemez…

Sayın Arıkdal, “Evensel İnsan” adlı kitabında :
“Bizim halkımız vicdan sesini dinlemek istemiyor çünkü çok materyalist olmuş durumda. Çok bencil bir milletiz biz.  Bu memleketin;  bilim adamından, ekonomistten, iyi siyaset adamından ziyade, vicdanının sesini çekinmeden ortaya koyabilen, gerçekten yürekli, gerçekten sevebilen insanlara ihtiyacı var. Bizim para, bilgi, şöhret, sandalye severlere değil, tam tersine vicdan sesini ifade etmeye çalışan, SEVEN insanlara ihtiyacımız var.” diyor…

Arıkdal’ın bu sözlerinde de “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”nde yer alan SEVGİ öğesinin öne çıktığı görülüyor. Diğer taraftan, bencil bir varlığın sözü edilen ilke’yi özümsemesi zaten beklenemez…

Nasıl yaşadığımı, günlük yaşamda nasıl davrandığımı, yolsuzluk yapanlarla nasıl savaştığımı (örneğin kavşaklarda kırmızı ışık kuralını ihlâl eden yayaları uyardığımı, sokakta –kamusal alanda- çöp ve izmarit gibi atıkları topladığımı, bir başka deyişle, Türkiye’ye sahip çıktığımı) görenler; “herkes senin gibi olsa”, “sen ibadet ediyorsun”, “insanlık için çalışıyorsun” diyorlar… Övüyorlar… Ancak, onlar; sıra “benim gibi” olma, “insanlık için çalışma” ve “Türkiye’ye sahip çıkma” SORUMLULUĞUNU üstlenmeğe geldiğinde “bananecilik ilkesi” (!)ne  sığınıyorlar…”Senin gibi olursam bana da deli derler” diyenler de oluyor…

SONUÇ: Türkiye sahipsiz kalıyor… Nehirler, göller, denizler kirleniyor… Ormanlar tükeniyor… Balık türleri azalıyor… Banane’ciler her şeyi devletten bekliyorlar…

Diğer taraftan, yukarıda sözü edilen ilkeyi özümsemiş olan insanların  yaşadığı bir ülkede görülmesi mümkün olmayan sorunlar bunlar…

Bir “yasa bağımlısı” olarak ne tür işlerle uğraştığım “Başbakan! Görevini Yap!” başlıklı, ekli yazıdan öğrenilebilir. Buradan, yolsuzlukları önlemede “yasa bağımlısı” olmanın ve sayısını arttırmanın ne kadar yaşamsal bir özellik olduğu kolayca görülebilir…

Bu noktada, yasaya aykırı her türlü davranışın, örneğin Trafik Yasası’nın yayalarla ilgili kırmızı ışık kuralını ihlâl etmenin de yolsuzluk olduğunu dile getirmem gerekiyor. O kuralı neredeyse herkes ihlâl ettiğine göre, yolsuzluk yapmamayı öğrenebilmek için, deyim yerindeyse, fırınlarla ekmek yemek zorunda olduğumuz söylenebilir…

“Yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsemeyi kitleselleştirebildiğimizde; adaletin sorun olmaktan çıkacağı, bu kadar çok polise, savcıya ve hakime gerek kalmayacağı, “Yurtta Barış”ın böylece sağlanacağı, diğer taraftan, “diğerkâm kişiliği” edinmenin ise, “Dünyada Barış”ın “olmazsa olmaz” şartı olduğu iddia edilebilir...

“ÇNAEM’de aldığım “eğitim”den sonra başlattığım, hala devam eden çalışmalarda edindiğim birikimi, dünyanın içinde bulunduğu kaos ve kargaşayı dikkate alarak değerlendirdiğimde; “Bilgi Çağı”nın (dünyevi) değerlerini aşmış, “Bilinç Çağı”nın uhrevi değerlerine ulaşmış, bilinç konusunda uzmanlaşmış olduğumun farkına vardım ve kendimi Bilinçolog olarak tanımlamağa karar verdim…

DİKKAT:  Dünyada bilinç konusunda diploma verebilecek bir kurum ya da kuruluş  bulunmadığına göre, Bilinçolog olup olmadığıma  yaşam biçimime,( örneğin  çevre, tüketim, trafik ve vergi gibi  konulardaki davranışlarıma) bakılarak  karar verilebileceğini düşünüyorum.

Felâket olarak tanımlanan “iklim değişikliği”nin “Bilgi Çağı”nda gerçekleştiği; aynı çağda ozon tabakasının delindiği, buzulların eridiği, yağmur ormanlarının tükendiği, türlerin azaldığı bilinmektedir. Sonuç olarak, “Bilgi Çağı”nın “bilgi ile sınırlı eğitim anlayışı”nın “iklim değişikliği”ni önlemede yetersiz kaldığı gerçeği karşısında; bu çağın insanının, kendisini bilinçlendiremeyen, bencillikten kurtaramayan eğitim anlayışını aşmasının, “bilinçlendirici eğitim anlayışı”nı hayata geçirmesinin, yalnız ülkemiz değil, bu gezegenin sakinleri için “olmazsa olmaz” bir SORUMLULUK  olduğu kendiliğinden ortaya çıkar…

Diğer taraftan, yukarıda sözü edilen çalışmaları yaparken geliştirdiğim, ilk ve orta öğretim okulları müfredat programına “uygulama dersi” olarak konulmasını önerdiğim, M. E. Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu’na gönderdiğim, özenle uygulanması durumunda, ülkenin geleceği çocuklarımıza da benzer özellikleri kazandıracağından, (“yurdu ve milleti özden çok sevme ilkes”ini özümsemelerini, diğerkâm kişilik edinmelerini sağlayacağından) kuşku duymadığım “Trafik terörüne halkın işbirliğinde son verme ve demokrasiyi tabana yayma projesi” ciddiye alınmadı. Uygulamaya konmadı…

Bu projenin gündemdeki şiddet sorunu için de bir çözüm olacağına inanıyorum...İnanıyorum zira diğerkâmlığın şiddetin panzehiri olduğunu çok iyi biliyorum…

SONUÇ OLARAK:
(a)   Bir “Bilinç Çağı” insanı olarak edindiğim özgün olduğunu savunduğum birikimimi “Bilgi Çağı” insanlarıyla paylaşmak, (b) onların da benzer özellikleri kazanabilmeleri yolundaki çabalarımın  akademik ortamlarda değerlendirilmesini istiyorum…

Sayın Fahir Borak,
Olası bir değerlendirmede dikkate alınabileceğini düşündüğüm bazı yazılar eklidir. Maruzatım bundan ibarettir. Yardımcı olabilirseniz çok ama pek çok sevinirim…

Saygılarımla.

Galip Baran
Bilinç Üniversitesi (1) Kurucusu

TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@windowslive.com
WEB: www.bilinc-universitesi.blogspot.com / www.galipbaran.blogspot.com

(1)      Bilinç Üniversitesi’nin işlevi: “Bilgi Çağı”  üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antrapolog  v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder