16 Şubat 2012 Perşembe

GALİP BARAN, ÖZGEÇMİŞ


GALİP BARAN’IN ÖZGEÇMİŞİ

1932 Balıkesir Manyas Eşenköy  doğumlu.Erkek Sanat Enstitüsü mezunu.Çalışırken yüksek tekniker diploması aldı. USA Pennsylvania State University’deki bir yıllık eğitimden sonra 18 yıl Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim  Merkezinde (ÇNAEM) Reaktör İşletme ve Nükleer Elektronik uzmanı olarak çalıştıktan sonra 1978 yılında emekli olup, Bodrum Turgutreis’e yerleşti…
1985- 1989 yılları arasında Turgutreis’de Bodrum Halk Eğitim Merkezi adına halka ve ilköğretim okulu öğrencilerine İngilizce Kursları verdi…
1989 yılından itibaren çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, milli servet, iş ahlakı (Ahilik), imar ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda yaşanmakta olan sorunların çözümüne dönük projeler üreten, uygulayan Baran İyi derecede İngilizce, orta derecede Almanca, az da Fransızca biliyor…

RTE'YE (BAŞBAKAN'A) MEKTUP


GALİB BARAN’DAN ERDOĞAN’A ÖZEL…

Sevgili ve Değerli Evlat!
Sayın Başbakan,

Bu “name”yi kemâl-i ciddiyetle, ehemniyetle ve sindire, sindire okursan ülkeye çok daha iyi hizmet etmeyi öğrenirsin. Üstelik de çok daha “usta/kâmil” bir Başbakan olursun…
Bana gelince...
Yıllar önce Turgutreis’e yerleşen, TUBİKOM’u (Turgutreis Belediyesini İzleme Komitesi) kuran, Belediyenin kararlarını, etkinliklerini ve yanlışlarını izleyip halka duyuran, Halkın ve devletin kaynaklarının, holdinglere, şirketlere ve bilumum akrabaya “peşkeş” çekilmesini önlemek için çalışan, “yurdunu ve milletini özünden çok sevme’yi”, öğrenen;, Kendisini, “Turgutreis’in Turgutreis’i ve Turgutreislileri Turgutreislilerden daha çok seven delisi” şeklinde tanımlayan, erdem öğreten bir Bakırköylü…(BKZ: “Yurttaşsız Demokrasi”;  Prof. Dr. M Akif Çukurçayır; sayfa 299)
Bakın bizim için başka neler yazıyor Sayın Prof. Çukurçayır o kitabında:
“Evlat !
Sormadan edemeyeceğim… Senin Belediye Başkanı olduğun yıllarda benzer bir komite, örneğin İSBİKOM (İstanbul Belediyesini İzleme Komitesi) kuruldu mu?...
Eğer (keşke) Kurulsaydı?…
Şimdi senin Belediye Başkanı olduktan sonra neler kazandığına bir göz atalım:
Recep Tayip Erdoğan, belediye başkanı olduğu 1994’te 5 milyar 110 milyon liralık (141 bin 160 dolar) servet beyan etti. Erdoğan’ın serveti 2005’te 1 trilyon 780 milyara (1 milyon 346 bin dolar) çıktı” ( Milliyet; 6. 02. 2006)
İstanbul’da düzenlenen 4. BM En Az Gelişmiş Ülkeler Konferansı’nda konuşan Başbakan Tayyip Erdoğan, “günde 1.25 dolardan az harcayan on milyonlarca insanın bulunduğu bir dünyada kimsenin masum olmadığını söyledi”. (Milliyet ; 10. 05. 211)
Aslında, böylesine acı bir gerçeği böylesine açık yüreklilikle söyleyebilen trilyoner Erdoğan’ın “hakkını” yememek lâzım!!!???
Erdoğan’ın hakkını yememek lâzım da;  günde 1.25 dolardan az harcayan milyonlarca insanın bu şekilde yaşamak zorunda kalışının nedenlerinin ya da sorumlularının kim olduğunu da düşünmek lâzım!!!
Benim Turgutreis’e yerleştikten sonra başlattığım “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız, insanı davranışlarını ve nedenlerini araştırdığımız çalışmaları yaparken kazandıklarıma gelince: Bilinçlendim, bencillikten (hodkâmlıktan) kurtuldum, “yasa bağımlısı, diğerkâm bir kişi” oldum, “yurdu ve milleti özden çok sevme “ilkesi”ni özümsedim, işlevi aşağıda açıklanan Bilinç Üniversitesi’ni kurdum…
Senin kazandıklarının yanında : “cim karnında bir nokta”… 
Evlat!
Bilmeni istediğim asıl gerçek:
Yukarıda bahse konu, ‘cim karnında bir nokta’ olarak tanımladığım özellikleri kazanırken, zaman, emek ve çaba dışında benim gibi bir emekli için servet sayılacak meblağlar da harcadım:
İstanbul Ataköy’deki evimin satışından elime geçen (o zamanın parasıyla) 90 milyar TL’yi ve iki yıl önce (2009), Ziraat Bankasından borç olarak aldığım 15 bin TL’yi sözü edilen çalışmaları finanse etmek için kullandım…
Evlat!
Şimdi, yukarıda sözü edilen, günde 1.25 olardan az harcayan on milyonlarca insanın bulunduğu bir dünyada kimsenin masum olmadığını söylediğin Konferans’ta olduğun kadar açık yüreklilikle cevaplamanı istediğim bir soru:
Senin gibi bencil (hodkâm) başbakanların (şunu bil ki, bir zamanlar ben de bencil bir insandım) yönettiği bir dünyanın günümüzdekinden farklı olması, senin deyişinle on milyonlarca insanın 1.25 dolardan daha fazla harcaması mümkün mü ???!!!...
Başbakanların bencilliğinden söz edişimin seni şaşırtmadığını umarım… İnsanın bencil bir varlık olduğunu sözlüklerden öğrenebilirsin. İstersen gel, bencillik konusunda Ruhbilim Uzmanı Sayın Ergün Arıkdal’ın ne dediğini görelim:
“Bizim halkımız vicdan sesini dinlemek istemiyor çünkü çok materyalist olmuş durumda. Çok bencil bir milletiz biz. Bu memleketin; bilim adamından, ekonomistten, iyi siyaset adamından ziyade, vicdanının sesini çekinmeden ortaya koyabilen, gerçekten yürekli, gerçekten sevebilen insanlara ihtiyacı var. Bizim para, bilgi, şöhret, sandalye severlere değil, birtakım menfaatler uğruna “üç maymunlar’ı” oynayan insanlara değil, tam tersine vicdan sesini ifade etmeye çalışan, seven, uyum sağlayan, ortak alan kurabilen insanlara ihtiyacımız var. Bizim asıl sıkıntımız buradadır.” (“Evrensel İnsan” ; Ergün Arıkdal; sayfa 222)
Bu “name’yi”  bana darılmadan, kızmadan okuyabildinse kutlarım…
Diğer taraftan; nasıl bilinçlenebileceğini, bencillikten kurtulabileceğini, “yasa bağımlısı diğerkâm bir kişilik” kazanabileceğini, “Yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni nasıl özümseyebileceğini öğrenmek ve başta da işaret ettiğim gibi, bu ülkeye çok daha iyi hizmet etmek ve bu dünyada benzeri olmayan bir başbakan olmak istersen;, Sana can-u gönülden, hiçbir karşılık beklemeksizin, yardımcı, kabul edersen, danışman olmağa hazırım…
Malum!!!... Herkesin  “usta” olduğu bir alan var!!!…
Saygılarımla
Galip BARAN
Bilinç Üniversitesi (1) Kurucusu
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76

E-POSTA: galipbaran@ttmail.com

(1) : “Bilgi Çağı”  üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalı’na dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog v.b., Meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmak, daha açık deyişle, tam bir “felaket” biçiminde tanımlanan, “Bilgi Çağı”nın doğal sonucu olarak “iklim değişikliği” yaşayan dünyanın bencil (hodkâm) sakinlerinin “Bilinç Çağı”nı ve “Bilinçlendirici Eğitim anlayışı”nı ” İDRAK etmelerini sağlamak.”… Şeklinde açıkladığımız Bilinç Üniversitesi’ni kurdum.








BİLİNÇ ÇAĞI İNSANI, 1 & 2


BİLİNÇ ÇAĞI İNSANI… (1,mns)

Türkiye’de ilk dijital & İnternet Üniversite’nin kurucusu Galip Baran, Zeki Karaoğlu, İsmet Seyhan ile bazı arkadaşları yıllar önce;, Çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlâkı (Ahilik) milli servet, imar ve “her şeyi devletten bekleme alışkanlığı” gibi alanlarda yaşanmakta olan ve bir türlü önlenemeyen sorunlara alternatif ve kalıcı çözüm öngören “proje içerikli” bazı özgün çalışmalar başlattılar...
Kâinatın objesi ve merkez varlık olarak tanımladıkları “insan” ı, insan davranışlarını ve davranış nedenlerini araştırdıkları ve proje gereği ‘okul dışı eğitim’ olarak tanımladıkları;  Bazıları merkezi yönetimin sorumluluk alanına giren, ancak kendilerini bencillikten kurtaran, (sayılan alanların tümünde) bilinçlendiren çalışmaları yaparken yaşam tarzları kökten değişti:
‘Yasa bağımlısı; Kanunları bilen ve uygulayan’ oldular.
Kendilerini tanımağa ve dünyada oluş nedenlerini anlamaya başladılar.
‘Evreni, Yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi’ni özümsediler,
Edindikleri ‘tecrübi bilgi’  ile işlevi aşağıda açıklanan Bilinç Üniversitesi’ni kurdular.
‘Bilgi Çağı’nı ve (dünyevi) değerlerini aştıklarının, ‘Bilinç Çağı’nın kendine özgü yüksek (uhrevi) değerleriyle tanıştıklarının ve bilinç konusunda uzmanlaştıklarının farkına vardılar. Sonuçta kendilerini “Bilinçolog” olarak tanımlayabileceklerini düşündüler.
LÜTFEN DİKKAT: Bilinç Üniversitesi (www.bilinc-universitesi) kurucuları; bu gezegende bilinç konusunda diploma verebilecek yetkinlikte bir kurum ya da kuruluş bulunmadığına göre; Bilinçolog olup olmadıklarına yaşam biçimlerine bakılarak karar verilebileceğini savunurlar.
Diğer taraftan; ‘iklim değişikliği’nin ‘bilgi çağı’nda gerçekleştiğine, aynı çağda ozon tabakasının delindiğine, buzulların eridiğine, yağmur ormanlarının tükendiğine, doğal yaşam formları (fauna) ve türlerin azaldığına, sonuç olarak: ‘bilgi çağı’ insanlarının ‘bilgi (bildikleri kadarı) ile sınırlı eğitim anlayışı’nın felâket olarak tanımlanan ‘iklim değişikliği’ni önleme konusunda yetersizlik ve yeteneksizliğine dikkat çeken Bilinç Üniversitesi Kurucuları, bu sonuçtan yola çıkarak; “bilgi çağı’nın insanı bencillikten kurtaramayan, bilinçlendiremeyen “bilgi (bilinebilen kadarı) ile sınırlı eğitim anlayışı”nı aşmanın,  bu gezegenin insanlarını da ‘bilinç çağı’na taşıyacağına inandıkları ‘bilinç destekli-takviyeli eğitim anlayışı’nı hayata geçirmenin,  yalnız ülkemiz değil, dünya sakinleri için önem, zorunluluk ve kaçınılmazlığı, ‘olmazsa olmazlığı’ kendiliğinden ortaya çıkar” diyorlar…
Bilgi Çağı” toplumunu ‘Bilinç Çağı’ insanları olmağa (transformasyon) ikna etme sorumluluğunu üstlenmiş olan Bilinç Üniversitesi kurucuları şimdi yeni bir proje; Atılım ve açılım başlattılar.  Buna göre: Yıllar önce, “insani boyut ve bilinç toplumunun, “kırmızı çizgi”  ilkesinden hareketle’ demokrasi meydanları ve kavşaklarda başlatılan, “insanların bencillikten kurtulmalarını ve bilinçlenmelerini sağlamada” etkili olan çalışmada edindikleri deneyimden esinlenerek hayata geçirilmesi düşünülen yeni proje, ‘Bilgi Çağı” insanlarının bilinçlenmenin önemine dikkat çekmeyi, bir başka deyişle, “insani boyut ve bilinç toplumu” için öncülük ve önderlik etmeyi öngörmektedir. Saygılarımla.
Galip BARAN
Bilinç Üniversitesi (1) Kurucusu

TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@windowslive.com

(1)    :  Bilinç Üniversitesi’nin işlevi: “Bilgi Çağı”  üniversitelerinin, zamanla “Bilinçoloji Ana Bilim Dalı”na dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, avukat, sosyolog, psikolog, antrapolog v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmaktır.


BİLİNÇ ÇAĞI İNSANI… (2,GB)

Bilinç Üniversitesi’nin kurucusu Galip Baran, Zeki Karaoğlu, İsmet Seyhan ile bazı arkadaşları yıllar önce; çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlâkı (Ahilik) milli servet, imar ve ‘her şeyi devletten bekleme alışkanlığı’ gibi alanlarda yaşanmakta olan ve bir türlü önlenemeyen sorunlara çözüm öngören bazı çalışmalar başlattılar...

İnsanı, davranışlarını, davranış nedenlerini araştırdıkları ve ‘okul dışı eğitim’ olarak tanımladıkları;  bazıları merkezi yönetimin, bazıları yerel yönetimin sorumluluk alanına giren, kendilerini bencillikten kurtaran, bilinçlendiren çalışmaları yaparken yaşam biçimleri kökten değişti:

*    ‘Yasa bağımlısı’ oldular.
*     Kendilerini tanımağa başladılar.
*     Özelde “yurdu ve milleti”, genelde “dünyayı ve dünyalıları özden çok sevme ilkesi’ni özümsediler,
*     Edindikleri ‘tecrübi bilgi’  ile işlevi aşağıda açıklanan Bilinç Üniversitesi’ni (1) kurdular.
*    ‘Bilgi Çağı’nı ve (dünyevi) değerlerini aştıklarının, ‘Bilinç Çağı’nın (uhrevi) değerleriyle tanıştıklarının ve bilinç konusunda uzmanlaştıklarının farkına vardılar. Sonuçta kendilerini Bilinçolog olarak tanımlayabileceklerini düşündüler.

LÜTFEN DİKKAT: Bilinç Üniversitesi kurucuları; bu gezegende bilinç konusunda diploma verebilecek yetkinlikte her hangi bir kurum ya da kuruluşun bulunmadığı gerçeğini de hatırlatarak; ilgilenenlerin, Bilinçolog olup olmadıklarına yaşam biçimlerine bakarak karar verebileceklerini savunuyorlar.

Diğer taraftan; ‘iklim değişikliği’nin ‘bilgi çağı’nda gerçekleştiğine, aynı çağda ozon tabakasının delindiğine, buzulların eridiğine, yağmur ormanlarının tükendiğine, türlerin azaldığına, sonuç olarak; ‘bilgi çağı’ insanlarının ‘bilgi ile sınırlı eğitim anlayışı’nın felâket olarak tanımlanan ‘iklim değişikliği’ni önlemede yetersiz kaldığına dikkat çeken Bilinç Üniversitesi kurucuları, bu sonuçtan yola çıkarak; “bilgi çağı’nın insanı bencillikten kurtaramayan, bilinçlendiremeyen “bilgi ile sınırlı” olduğu yukarıda ifade edilen  eğitim anlayışını aşmanın,  bu gezegenin insanlarını ‘bilinç çağı’na taşıyacağına inandıkları ‘bilinç destekli-takviyeli eğitim anlayışı’nı hayata geçirmenin,  yalnız ülkemiz ve sakinleri için değil, dünya ve sakinleri için önem, zorunluluk ve kaçınılmazlığı, ‘olmazsa olmazlığı’ kendiliğinden ortaya çıkar” diyorlar…

‘Bilgi Çağı” insanlarını (bu gezegenin sakinlerini) ‘Bilinç Çağı’ insanı olmağa ikna etme sorumluluğunu üstlenmiş olan Bilinç Üniversitesi kurucuları yeni bir proje başlattılar. Bu gezegenin sakinlerini yayalarla ilgili trafik ışıklarıyla donatılmış kavşaklarda başlattıkları bu projenin uygulamasında yer almağa, her şeyi devletlerden (devletlerin, yıllardır savsakladıkları Kyota Protokolu’a uymalarını) beklemek yerine kendileriyle işbirliği yapmağa davet ediyorlar… 

BİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ 

(1) :  Bilinç Üniversitesi’nin işlevi: “Bilgi Çağı”  üniversitelerinin, zamanla “Bilinçoloji Ana Bilim Dalı”na dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, avukat, sosyolog, psikolog, antrapolog v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmaktır.

21 Ocak 2012 Cumartesi

Prof. Dr. Ömür Akyüz

Prof. Dr. Ömür Akyüz
Boğaziçi Üniversitesi
Eğitim Fakültesi


Sayın Ömür Akyüz,
ÇNAEM’de (Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi) Reaktör İşletme ve Nükleer Elektronik Uzmanı olarak 18 yıl çalıştım. 1978 yılında emekli olup  Bodrum’un Turgutreis beldesine yerleştim. Aşağıda sayılan alanlarda yaptığım çalışmalar bana bazı ilginç özellikler kazandırdı.

Çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı (Ahilik), milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda başlattığım “okul dışı eğitim” olarak tanımladığım, insanı, davranışlarını ve nedenlerini araştırdığım, bazıları yerel bazıları merkezi yönetimin sorumluluk alanına giren, beni bilinçlendiren, bencillikten (nefsimin kölesi olmaktan) kurtaran, “demokratik kişilik“ kazandıran çalışmaları yaparken yaşam biçimim kökten değişti: 
*     “Yasa bağımlısı” oldum.
*      Kendimi tanımağa başladım.
*     Diğerkâm bir kişilik edindim.
*     Çocuklukta içtiğimiz AND’ımızda yer alan “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsedim.
*     Edindiğim “tecrübi bilgi” ile işlevi aşağıda açıklanan Bilinç Üniversitesi’ni kurdum.

TRAFİKTE DEMOKRATİK KİŞİLİK KAZANDIM: 1996 yılında Bodrum’da gerçekleştirilenYerel HABİTAT Konferansına katıldım. Emekliler ve Trafik Kozalarını kurdum. Garajaltı Kavşağında “Trafik kurallarına uyalım uymayanları uyaralım” sloganından esinlenerek bir proje başlattım.Trafik Yasası’nın yayalarla ilgili kırmızı ışık kuralını  ihlâl edenleri uyarmaya başladım.

Bodrum dışında bazı il ve ilçelerde; başımda bir kırmızı şapka ile ve  ön yüzünde “Yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi” arka yüzünde “Yetmiş Milyonluk Aile, Türkiye “ ,  “Çalışmanın En Yücesi Ulus için Olanıdır, Kemal Atatürk”  ve “Sorun Bencillik Çözüm Sencilik” yazılı bazı önlükleri giyerek gerçekleştirdiğim bu projeyi uygularken, bir megafon ve “yeşili bekle lütfen”, “sağdan lütfen” yazılı pankartlar kullandım.

Bana “demokratik kişililik” kazandıran bu çalışmayı yaparken, sözü edilen kırmızı ışık kuralını ihlâl ederek (bu suçu işleyerek) sürücülerin yeşil ışıkta geçmelerini engelleyen yayaların demokrat  olamayacaklarını anladım. Projeyi uyguladığım kavşakları, bu nedenle, “demokrasi dershanesi”  ve sürücüleri engelleyen yayaları uyarma sorumluluğunu üstlenenleri, (benim gibileri) “demokrasi öğretmeni” olarak tanımlamağa başladım.

Sözü edilen kuralı neredeyse herkesin ihlâl ettiği, sürücülerin de yaya iken aynı suçu işledikleri dikkate alınarak düşünüldüğünde, T. C. Devletinin tanımında yer alan DEMOKRASİ sözcüğünün ütopik bir kavram olduğunun iddia edilebileceğini düşündüm.

BİLİNÇ KAVRAMINI GELİŞTİRDİM: Yukarıda sözü edilen çalışmaları yaparken, “yeti” sözcüğüyle sınırlandırılmış soyut bir kavram olduğunu gördüğüm bilinç kavramını: (a) SORUMLULUK kavramıyla bütünleştirerek somutlaştırdım, (b)Einstein’ın enerji formülünden yararlanarak bilimselleştirdim:
Bilinç = Zaman X Çaba’nın karesi

SORUMLULUK, BENCİLLİK, SEVGİ ve VİCDAN kavramlarıyla ilgili bazı tespitlerim:
*     Erich Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak” adlı eserinde:
“İnsan yapacağı bir seçme ile ya yok olacak ve kendisi ile birlikte tüm canlıları ortadan kaldıracak ya da yaşamını ve gelişimini sürdürmeye devam edecektir. Kötü gidişi önlemenin tek yolu, insanların ve onları yönlendiren toplumsal yapıların kökten değiştirilmesidir . Böylesi bir SORUMLULUKLA karşı karşıya  olan insanlığın doğru yolu bulabilmesi için, davranışlarını  şimdi yaptığı gibi “sahip olmak” ilkesine göre değil, “olmak” ilkesine göre değiştirmesi gerekir…

Mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye “sahip olmak” demek;  onları ele geçirmek, kendine mal etmek, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmak anlamına gelir. Ama insan hiçbir zaman yeterince şeye sahip olamayacaktır. Çünkü maddesel olan, elle tutulan aldatıcı ve geçicidir.

“Sahip olmak”ın karşıtı olan “olmak” ilkesiyle yaşayan insan ise; hiçbir şeyi kendine mal etmeye ve ona egemen olmaya çalışmaz. Her şeyi kendi bütünlüğü, canlılığı ve gelişimi içinde SEVER. Böyle davranan bir insan, evrimleşmeye çalışır. “Olmak”, sözcüklerle anlatılamaya, bir özelliktir.” diyor.

*    Ruhbilim Uzmanı Ergün Arıkdal, “Pozitif Yaşam” adlı kitabında:
“İnsana SORUMLULUK yükleyen bilgi, kitabi bilgi değil, bizzat uygulanarak  idrak edilmiş ve hazmedilmiş olan bilgidir. Böyle bir bilgi, artık o insanın öz malı haline gelmiş ve bir yaşam düsturu olmuştur. Yeri ve zamanı geldiğinde insanın o bilgiyi kullanması gerekir; kullanmadığı takdirde hesap sorulmayı hak eder.” diyor.

Çevrenin kirletilmemesi, trafik kurallarının ihlâl edilmemesi, verginin kaçırılmaması (kul hakkının yenmemesi) gerektiğini bilmeyen yoktur. Oysa, bu suçları işlemeyen, bu yolsuzlukları yapmayan da neredeyse yoktur. Bunun nedeni, Arıkdal’ın yukarıda da ifade ettiği, insana SORUMLULUK yüklemeyen “kitabi bilgi”dir. Her gün 15-20 can alan trafik kazalarının nedeni de “kitabi bilgi”dir.

Diğer taraftan, Arıkdal’ın sözünü ettiği “kitabi bilgi”yi  özümsemiş, uygulama ile kazanılan “tecrübi bilgi”yi edinmiş bir insanın çevreyi kirletmesi, trafik kurallarını ihlâl etmesi, vergi kaçırması, yolsuzluk yapması düşünülemez… Buna VİCDANI izin vermez…

*   Sayın Arıkdal, “Evensel İnsan” adlı kitabında :
“Bizim halkımız VİCDAN  sesini dinlemek istemiyor çünkü çok materyalist olmuş durumda.  BENCİL bir milletiz biz.  Bu memleketin;  bilim adamından, ekonomistten, iyi siyaset adamından ziyade, VİCDAN’ının sesini çekinmeden ortaya koyabilen, gerçekten yürekli, gerçekten SEVEBİLEN insanlara ihtiyacı var. Bizim para, bilgi, şöhret, sandalye severlere değil, tam tersine VİCDAN  sesini ifade etmeye çalışan, SEVEN insanlara ihtiyacımız var.” diyor…

Nasıl yaşadığımı, günlük yaşamda nasıl davrandığımı, (kavşaklarda kırmızı ışık kuralını ihlâl eden yayaları uyardığımı, sokakta –kamusal alanda- çöp ve izmarit gibi atıkları topladığımı, kamusal alana (Türkiye’ye) sahip çıktığımı görenler; “herkes senin gibi olsa”, “sen ibadet ediyorsun”, “insanlık için çalışıyorsun” diyorlar… Övüyorlar… Ne var ki, böylesine övmelerine karşın, sıra “benim gibi” olma, “insanlık için çalışma”  SORUMLULUĞUNU üstlenmeye geldiğinde “bananecilik ilkesi”(!)ne  sığınıyorlar…İpe un seriyorlar…

İPE UN SERMENİN  BEDELİ: Türkiye (kamusal alan) sahipsiz kalıyor… Nehirler, göller, denizler kirleniyor… Ormanlar tükeniyor… Türler azalıyor… Türkiye, böylece, biraz aşağıda değinilecek olan “iklim değişikliği”ne çözüm  değil, sorun üreterek katkıda bulunuyor…

Bir “yasa bağımlısı” olarak ne tür işlerle uğraştığım, nasıl bir SORUMLULUK üstlendiğim, “Başbakan! Görevini Yap!” başlıklı, ekli yazıdan öğrenilebilir. Buradan, “yasa bağımlısı” sayısını arttırmanın ne kadar yaşamsal bir önlem olduğu kolayca görülebilir…

YOLSUZLUK NEDİR ?
Bu noktada, Trafik Yasası’nın yayalarla ilgili kırmızı ışık kuralını ihlâl etmenin de yolsuzluk olduğunu altını çizerek, vurgulayarak hatırlatmam gerekiyor. O kuralı, yukarıda da ifade edildiği üzere, neredeyse herkes ihlâl ettiğine göre, yolsuzlukların sona ermesi için fırınlarla ekmek yemesi gereken bir toplum olduğumuz söylenebilir…

TRAFİK TERÖRÜNE SON VERME:
Yukarıda sözü edilen çalışmaları yaparken geliştirdiğim, ilk ve orta öğretim okulları müfredat programına “uygulama dersi” olarak konulmasını önerdiğim, M. E. Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu’na gönderdiğim, özenle uygulanması durumunda, geleceğin cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Başbakanı, Genel Kurmay Başkanı, bakan, vali, kaymakam  adayı çocuklarımıza da benzer özellikleri kazandıracağından (örneğin, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsemelerini, diğerkâm kişilik edinmelerini sağlayacağından) günümüzde gündemde olan şiddet sorununu da önleyeceğinden kuşku duymadığım “Trafik terörüne halkın işbirliğinde son verme ve demokrasiyi tabana yayma projesi” ciddiye alınmadı. Uygulamaya konmadı…

Diğer taraftan, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”nin ülke genelinde yaşama geçirilmesini başarabildiğimizde; adaletin sorun olmaktan çıkacağı, bu kadar çok polise, savcıya ve hakime gerek kalmayacağı, “Yurtta Barış”ın sağlanacağı kolaylıkla iddia edilebilir...

DÜNYEVİ VE UHREVİ DEĞERLER:
Yukarıda dile getirilen çalışmaları yaparken edindiğim birikimimi, bu dünyanın bencil insanlarının yol açtığı kaos, kargaşa ve “İklim değişikliği” gibi sorunlarla karşılaştırdığımda; aynı insanların içinde bulunduğu “Bilgi Çağı”nın dünyevi değerlerini aşmış, “Bilinç Çağı”nın uhrevi değerlerini idrak etmiş, nefsinin efendisi olmağa başlamış, bilinç konusunda uzmanlaşmış olduğumun farkına vardım ve kendimi Bilinçolog olarak tanımladım…

Bu dünyada bilinç konusunda diploma verebilecek bir kişi, kurum ya da kuruluş  bulunmadığına göre, Bilinçolog olup olmadığıma  yaşam biçimime bakılarak  karar verilebilir…                     

DÜNYANIN ÇAĞ ATLAMASI:
“İklim değişikliği”nin “Bilgi Çağı”nda gerçekleştiği; (aynı çağda ozon tabakasının delindiği, buzulların eridiği, yağmur ormanlarının tükendiği, türlerin azaldığı) sonuç olarak, “Bilgi Çağı”nın “-bilgi- ile sınırlı eğitim anlayışı”nın  felâket olarak tanımlanan sorunları önlemede yetersiz kaldığı gerçeği karşısında; bu çağın insanının  kendisini bilinçlendiremeyen, bencillikten kurtaramayan, demokrat bir kişilik kazandıramayan "-bilgi- ile sınırlı eğitim anlayışı”nı aşmasının, “Bilinç Çağı”nın “bilinçlendirici eğitim anlayışı”na sahip çıkmasının, yalnız ülkemiz değil, bu gezegenin sakinleri için “olmazsa olmaz”  bir SORUMLULUK  olduğu kendiliğinden ortaya çıkar…

Sayın Ömür Akyüz,
Amacım: (a) yıllardır  yaptığım, bana yukarıda sayılan özellikleri kazandıran çalışmaların doğal akışı içinde oluşan birikimimi, işbirliği yapmak istediğim “Bilgi Çağı” insanlarıyla paylaşmak, (b) onların da “bilinç Çağı” insanı olabilmelerine yardımcı olmaktır.

SONUÇ OLARAK:
Bu amaca ulaşabilmek için, sözü edilen birikimimin üniversitelerin ilgili bölümlerince akademik düzeyde, örneğin bir tez konusu olabilecek şekilde değerlendirilmesini talep etme gereğini duymuş bulunuyorum...

Olası bir değerlendirmede dikkate alınabileceğini düşündüğüm bazı yazılarım eklidir.

ÖZEL RİCA: Bu arada, Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK Başkanlığı ve Hürriyet Gazetesinin desteklediği bir  “Bilinçli Gençlik Derneği” kurulduğunu ve uygulamasında üniversiteli öğrencilerin de yer aldığı “Türkiye Bilinçli Gençlik Projeleri” başlatıldığını öğrendim.

Mümkün olduğu takdirde sözü edilen dernek ve proje ile ilgilenen üniversite öğrencileri ile iletişim kurmak yukarıda sözü edilen birikimimi onlarla da paylaşmak istiyorum.

Bu konuda da yardımcı olabilirseniz, dünya için neler yapmış olabileceğinizin takdirini size bırakıyorum.

Saygılarımla.

Galip Baran
Bilinç Üniversitesi (1) Kurucusu


TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@windowslive.com
WEB: www.bilinc-universitesi.blogspot.com / www.galipbaran.blogspot.com

(1)      Bilinç Üniversitesi’nin işlevi: “Bilgi Çağı”  üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antrapolog  v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmaktır.

19 Ocak 2012 Perşembe

mehmet şehirli,

Mehmet Şehirli
Sözcü Gazetesi


Sayın Mehmet Şehirli,
“Alkışlar Melteme” başlıklı makalenizi (18. 01. 2012) okudum. Bu makalede, sayın Meltem Cumbul’u Los Angeles’ta yapılan Altın Küre ödül töreninde Atatürk’ün “Yurtta Barış Dünyada Barış” sözünü söylediği, etkileyici bulduğunuz bu  mesajı dünyaya verdiği için kutladınız.

Sayın Şehirli,

Keşke, neredeyse her Atatürk heykelinin kaidesinde yazılı olan “Yurtta Barış Dünyada Barış” sözünün hayata nasıl geçebileceği sadece söylenilerek, yazılarak değil, neler yapılması gerektiği de gösterilerek, somut bir şekilde anlatılsa.

Ben, Atatürkü’ün Ruhu’nu şad edeceğine inandığım o sözün hayata nasıl geçebileceğini;  ÇNAEM ‘de (Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi) birlikte çalıştığım Yeditepe Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fahir Borak’a yazdığım örneği ekli kapsamlı mektubumun ikinci sayfasında, sondan bir önceki paragrafda, aşağıda görüldüğü şekilde açıkladım:


“Yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsemeyi kitleselleştirebildiğimizde; adaletin sorun olmaktan çıkacağı, bu kadar çok polise, savcıya ve hakime gerek kalmayacağı, böylece, “Yurtta Barış”ın sağlanacağı, diğer taraftan, “diğerkâm kişiliği” edinmenin ise, “Dünyada Barış”ın “olmazsa olmaz” şartı olduğu iddia edilebilir...


Köşenizde değerlendirirseniz çok ama pek çok sevinirim.


Saygılarımla.


Galip Baran
Bilinç Üniversitesi (1) Kurucusu


TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@windowslive.com
WEB: www.bilinc-universitesi.blogspot.com / www.galipbaran.blogspot.com

(1)      Bilinç Üniversitesi’nin işlevi: “Bilgi Çağı”  üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antrapolog  v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmaktır.

prof. dr. fahir borak

Prof. Dr. Fahir BORAK 
Yedi tepe Üniversitesi
Mühendislik Mimarlık Fakültesi


Sayın Fahir Borak,
ÇNAEM’de (Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi) Reaktör İşletme ve Elektronik Bölümlerinde 18 yıl çalıştım. 1978 yılında emekli olup  Bodrum’un Turgutreis beldesine yerleştim. Aşağıda sayılan alanlarda yaptığım çalışmalar bana başlangıçta hesapta olmayan bazı özellikler kazandırdı.

Çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı (Ahilik), milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme vb alanlarda başlattığım, “okul dışı eğitim” olarak tanımladığım, bazıları yerel bazıları merkezi yönetimin sorumluluk alanına giren, insanı, davranışlarını ve nedenlerini araştırdığım, beni bilinçlendiren ve bencillikten kurtaran çalışmaları yaparken yaşam biçimim kökten değişti: 

*     “Yasa bağımlısı” oldum.
*     Kendimi tanımağa başladım.
*     Diğerkâm bir kişilik edindim.
*     Çocuklukta içtiğimiz AND’ımızda yer alan “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsedim.
*     Edindiğim “tecrübi bilgi” ile işlevi aşağıda açıklanan Bilinç Üniversitesi’ni kurdum.

YENİ BİR BİLİNÇ KAVRAMI GELİŞTİRDİM: Bilincin sözlükte, “YETİ” şeklinde soyut bir kavram olarak tanımlandığı görülüyor. Yukarıda sayılan alanlarda yaptığım çalışmalarda bilinci SORUMLULUK kavramıyla bütünleştirdim. Ete kemiğe büründürdüm… Einstein’ın enerji formülünden esinlenerek:

Bilinç = Zaman X Çaba’nın karesi

şeklinde bilimselleştirdim…

İnsan soyunun bir felâkete yöneldiğini gören Erich Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak” adlı eserinde SORUMLULUK konusunda:

“İnsan yapacağı bir seçme ile ya yok olacak ve kendisi ile birlikte tüm canlıları ortadan kaldıracak  ya da yaşamını ve gelişimini sürdürmeye devam edecektir. Bu kötü gidişten kurtulmanın tek yolu, insanların ve onları yönlendiren toplumsal yapıların kökten değiştirilmesidir.Böylesi bir SORUMLULUKLA karşı karşıya  olan insanlığın doğru yolu bulabilmesi için, davranışlarını  şimdi yaptığı gibi “sahip olmak” ilkesine göre değil, “olmak” ilkesine göre değiştirmesi gerekir…

Mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye “sahip olmak” demek, onları ele geçirmek, kendine mal etmek, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmak anlamına gelir. Ama insan hiçbir zaman yeterince şeye sahip olamayacaktır. Çünkü maddesel olan, elle tutulan aldatıcı ve geçicidir.

“Sahip olmak”ın karşıtı olan “olmak” ilkesiyle yaşayan insan ise; hiçbir şeyi kendine mal etmeye ve ona egemen olmaya çalışmaz. Her şeyi kendi bütünlüğü, canlılığı ve gelişimi içinde SEVER. Böyle davranan bir insan, evrimleşmeye çalışır. “Olmak” sözcüklerle anlatılamayan, bir özellik, bir süreç, bir canlılıktır.” diyor.

Ruhbilim Uzmanı Ergün Arıkdal, Pozitif Yaşam adlı kitabında:
“İnsana SORUMLULUK yükleyen bilgi, kitabi bilgi değil, bizzat uygulanarak  idrak edilmiş ve hazmedilmiş olan bilgidir. Böyle bir bilgi, artık o insanın öz malı haline gelmiş ve bir yaşam düsturu olmuştur. Yeri ve zamanı geldiğinde insanın o bilgiyi kullanması gerekir; kullanmadığı takdirde hesap sorulmayı hak eder.” diyor.

Çevrenin kirletilmeyeceğini, trafik kurallarının ihlâl edilmeyeceğini, vergi kaçırılmayacağını (kul hakkının yenmeyeceğini) bilmeyen yoktur.  Oysa, bu yolsuzlukları yapmayan parmakla gösterilecek kadar azdır. Bunun nedeni: “kitabi bilgi”dir. Her gün 15-20 can alan, ihmâl ve dikkatsizlik sonucu olduğu ifade edilen trafik kazalarının nedeni de: “kitabi bilgi”dir.

Diğer taraftan, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsemiş, “diğerkâm kişilik” edinmiş bir insanın dikkatsiz davranması, yasaları bilerek ihlâl etmesi de düşünülemez…

Sayın Arıkdal, “Evensel İnsan” adlı kitabında :
“Bizim halkımız vicdan sesini dinlemek istemiyor çünkü çok materyalist olmuş durumda. Çok bencil bir milletiz biz.  Bu memleketin;  bilim adamından, ekonomistten, iyi siyaset adamından ziyade, vicdanının sesini çekinmeden ortaya koyabilen, gerçekten yürekli, gerçekten sevebilen insanlara ihtiyacı var. Bizim para, bilgi, şöhret, sandalye severlere değil, tam tersine vicdan sesini ifade etmeye çalışan, SEVEN insanlara ihtiyacımız var.” diyor…

Arıkdal’ın bu sözlerinde de “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”nde yer alan SEVGİ öğesinin öne çıktığı görülüyor. Diğer taraftan, bencil bir varlığın sözü edilen ilke’yi özümsemesi zaten beklenemez…

Nasıl yaşadığımı, günlük yaşamda nasıl davrandığımı, yolsuzluk yapanlarla nasıl savaştığımı (örneğin kavşaklarda kırmızı ışık kuralını ihlâl eden yayaları uyardığımı, sokakta –kamusal alanda- çöp ve izmarit gibi atıkları topladığımı, bir başka deyişle, Türkiye’ye sahip çıktığımı) görenler; “herkes senin gibi olsa”, “sen ibadet ediyorsun”, “insanlık için çalışıyorsun” diyorlar… Övüyorlar… Ancak, onlar; sıra “benim gibi” olma, “insanlık için çalışma” ve “Türkiye’ye sahip çıkma” SORUMLULUĞUNU üstlenmeğe geldiğinde “bananecilik ilkesi” (!)ne  sığınıyorlar…”Senin gibi olursam bana da deli derler” diyenler de oluyor…

SONUÇ: Türkiye sahipsiz kalıyor… Nehirler, göller, denizler kirleniyor… Ormanlar tükeniyor… Balık türleri azalıyor… Banane’ciler her şeyi devletten bekliyorlar…

Diğer taraftan, yukarıda sözü edilen ilkeyi özümsemiş olan insanların  yaşadığı bir ülkede görülmesi mümkün olmayan sorunlar bunlar…

Bir “yasa bağımlısı” olarak ne tür işlerle uğraştığım “Başbakan! Görevini Yap!” başlıklı, ekli yazıdan öğrenilebilir. Buradan, yolsuzlukları önlemede “yasa bağımlısı” olmanın ve sayısını arttırmanın ne kadar yaşamsal bir özellik olduğu kolayca görülebilir…

Bu noktada, yasaya aykırı her türlü davranışın, örneğin Trafik Yasası’nın yayalarla ilgili kırmızı ışık kuralını ihlâl etmenin de yolsuzluk olduğunu dile getirmem gerekiyor. O kuralı neredeyse herkes ihlâl ettiğine göre, yolsuzluk yapmamayı öğrenebilmek için, deyim yerindeyse, fırınlarla ekmek yemek zorunda olduğumuz söylenebilir…

“Yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsemeyi kitleselleştirebildiğimizde; adaletin sorun olmaktan çıkacağı, bu kadar çok polise, savcıya ve hakime gerek kalmayacağı, “Yurtta Barış”ın böylece sağlanacağı, diğer taraftan, “diğerkâm kişiliği” edinmenin ise, “Dünyada Barış”ın “olmazsa olmaz” şartı olduğu iddia edilebilir...

“ÇNAEM’de aldığım “eğitim”den sonra başlattığım, hala devam eden çalışmalarda edindiğim birikimi, dünyanın içinde bulunduğu kaos ve kargaşayı dikkate alarak değerlendirdiğimde; “Bilgi Çağı”nın (dünyevi) değerlerini aşmış, “Bilinç Çağı”nın uhrevi değerlerine ulaşmış, bilinç konusunda uzmanlaşmış olduğumun farkına vardım ve kendimi Bilinçolog olarak tanımlamağa karar verdim…

DİKKAT:  Dünyada bilinç konusunda diploma verebilecek bir kurum ya da kuruluş  bulunmadığına göre, Bilinçolog olup olmadığıma  yaşam biçimime,( örneğin  çevre, tüketim, trafik ve vergi gibi  konulardaki davranışlarıma) bakılarak  karar verilebileceğini düşünüyorum.

Felâket olarak tanımlanan “iklim değişikliği”nin “Bilgi Çağı”nda gerçekleştiği; aynı çağda ozon tabakasının delindiği, buzulların eridiği, yağmur ormanlarının tükendiği, türlerin azaldığı bilinmektedir. Sonuç olarak, “Bilgi Çağı”nın “bilgi ile sınırlı eğitim anlayışı”nın “iklim değişikliği”ni önlemede yetersiz kaldığı gerçeği karşısında; bu çağın insanının, kendisini bilinçlendiremeyen, bencillikten kurtaramayan eğitim anlayışını aşmasının, “bilinçlendirici eğitim anlayışı”nı hayata geçirmesinin, yalnız ülkemiz değil, bu gezegenin sakinleri için “olmazsa olmaz” bir SORUMLULUK  olduğu kendiliğinden ortaya çıkar…

Diğer taraftan, yukarıda sözü edilen çalışmaları yaparken geliştirdiğim, ilk ve orta öğretim okulları müfredat programına “uygulama dersi” olarak konulmasını önerdiğim, M. E. Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu’na gönderdiğim, özenle uygulanması durumunda, ülkenin geleceği çocuklarımıza da benzer özellikleri kazandıracağından, (“yurdu ve milleti özden çok sevme ilkes”ini özümsemelerini, diğerkâm kişilik edinmelerini sağlayacağından) kuşku duymadığım “Trafik terörüne halkın işbirliğinde son verme ve demokrasiyi tabana yayma projesi” ciddiye alınmadı. Uygulamaya konmadı…

Bu projenin gündemdeki şiddet sorunu için de bir çözüm olacağına inanıyorum...İnanıyorum zira diğerkâmlığın şiddetin panzehiri olduğunu çok iyi biliyorum…

SONUÇ OLARAK:
(a)   Bir “Bilinç Çağı” insanı olarak edindiğim özgün olduğunu savunduğum birikimimi “Bilgi Çağı” insanlarıyla paylaşmak, (b) onların da benzer özellikleri kazanabilmeleri yolundaki çabalarımın  akademik ortamlarda değerlendirilmesini istiyorum…

Sayın Fahir Borak,
Olası bir değerlendirmede dikkate alınabileceğini düşündüğüm bazı yazılar eklidir. Maruzatım bundan ibarettir. Yardımcı olabilirseniz çok ama pek çok sevinirim…

Saygılarımla.

Galip Baran
Bilinç Üniversitesi (1) Kurucusu

TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@windowslive.com
WEB: www.bilinc-universitesi.blogspot.com / www.galipbaran.blogspot.com

(1)      Bilinç Üniversitesi’nin işlevi: “Bilgi Çağı”  üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antrapolog  v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmaktır.